15 Şubat 2015 Pazar

WHIPLASH


Yönetmen: Damien Chazelle
Senaryo: Damien Chazelle
Oyuncular: Miles Teller, J.K. Simmons, Melissa Benoist
Süre: 107 dk
Tür: Müzik, Dram
IMDB Puanı: 8.6
Rotten Tomatoes Puanı: Eleştirmenler %95, izleyiciler %95
 
Whiplash benden 8.5/10 puan aldı.
Öncelikle bir filmle ilgili hiçbirşey bilmezken ilk tanıştığımız öğesi olan ismini burada ele alacak olursak, "whiplash" in benim bildiğim anlamları; kamçı, kırbaç ve bir nörolog olarak aslında ilk aklıma gelen "araba kazasında kafa ve omurganın şiddetle sarsılmasından ileri gelen travma" gibi kelime anlamları dışında başka bir anlamda kullanılmış olmasıyla filmimize giriş yapabiliriz. Bu filmde "Whiplash"; Amerikan caz bestecisi Hank Levy tarafından yazılmış, çalınması çok zor olan ve sevgili başrol oyuncumuz Miles Teller'ın canlandırdığı-New York'da prestijli bir müzik okulunda jazz bateristi öğrencisi olan-Andrew tarafından  defalarca alıştırması yapılan bir beste olarak karşımıza çıkıyor.
 

Çocukluğundan itibaren idolü Buddy Rich gibi harika bir baterist olmak isteyen Andrew müzik okulunda henüz bir çömezken daha çok üst dönemlerin çok parlak öğrencileriyle çalışan ve onlardan kurduğu orkestrayla çeşitli yarışmalara katılan okulun ünlü orkestra şefi Terrence Fletcher (J.K. Simmons) tarafından keşfedilerek esas bateristin yerine geçtiğinde dünyalar onun olmuştur.
 
 
 
 
Fletcher ilk bakışta harika bir öğretmen olsa da karanlık yönlerinin ortaya çıkması çok da uzun sürmez. Acımasız, zalim, kaba, öğrencilerini bunalıma sokacak kadar üstlerine giden ultra asabi bir adam olan Fletcher izleyen herkesin sinirlerini zorlayacak cinsten.
 
 
 
 
Asabi hocayı oynayan Simmons bu rolüyle "en iyi yardımcı erkek oyuncu" Oscar adayı fakat yine harika bir oyunculuk sergileyen Miles Teller'in ödül adaylığı yok. Bence ikisi de büyük bir alkışı hakediyor. Çünkü filmin konusu esasında çok sıradan ve sıkıcı olabilecekken bu iki adamın savaşı büyük bir akıcılık ve merakla izlenen hatta adrenalin yükselten boyutlara geliyor. Simmon'ı bir sürü film ve dizilerden (Barefoot, Labor Day, The Words, Young Adult, True Grit, Up in the Air, Juno...) gözünüz ısırıyordur ama bir başrol yardımcısı olarak en göz alıcı performansının bu olduğu söylenebilir. Miles Teller ise daha genç olduğundan film sayısı Simmons kadar çok olmasa da kısa zamanda çok iyi performansları var; The Spectacular Now, Footloose,  Rabbit Hole...
 
 
 
Yönetmen Damien Chazelle (1985 doğumlu) ise çok uzun bir liste olmayan filmografisine 10 puan 5 yıldızlık bir film katarak kariyer yolunun önünü iyice açmışa benziyor. Filmin temposunu hiç düşürmeden, karakterlere odaklanarak, bizi müzikle boğmayıp aksine ödüllendiren hoş bir sürat yakalamış.
 
 
 
Whiplash'in son 10 dakikası tam bir tepe noktası; çok heyecanlı, merak uyandırıcı, gerilimli ve aynı anda bir zafer. Anlatması gerçekten güç, çünkü hem izlenilmesi hem de dinlenilmesi şart. Beş dalda Oscar adaylığı (en iyi film, en iyi uyarlama senaryo, en iyi yardımcı erkek oyuncu, en iyi editing ve en iyi ses miksajı)  bulunan bu filmi 22 Şubat 2015 ödül töreni öncesine yetiştirip izlemenizi öneririm. Bakalım Whiplash'e ve Simmons'a ödülü layık görecek misiniz?
 
İyi seyirler...

26 Ocak 2014 Pazar

The Secret Life of Walter Mitty (2013)


Yönetmen: Ben Stiller
Senaryo:Steve Conrad, James Thurber
Oyuncular: Ben Stiller, Kristen Wiig, Jon Daly, Adam Scott, Sean Penn
Süre: 114 dk
Tür: Macera
IMDB Puanı: 7,6/10
Rotten Tomatoes Puanı: Eleştirmenler %48, izleyiciler %76

The Secret Life of Walter Mitty'e  7,8/10 puan veriyorum. James Thurber tarafından 1939 yılında yazılmış olan bir kısa hikaye olan "The secret life of Walter Mitty" aslında orijinal olarak bu filmdekinden biraz daha farklı ve daha önce 1947 yılında film olarak çevrildiğinde de hikaye hem orijinalinden hem de şimdiki halinden epey farklıydı. Kısa hikayenin, 1947 yılında çevrilen filmin ve şimdikinin ortak yönü gündüzleri çok gerçekçi ve baskın düşler kuran ve uzun dalgınlıklar yaşayan  Walter Mitty'nin baş kahraman olması.

Açıkçası kısa hikayeyi okumadım ve 1947 yapımı filmi izlemedim ama ben şimdiki versiyona BA-YIL-DIM. 

Öncelikle daha önceleri çoğunlukla komedi filmlerinden ve çok da hoşlanmadığım rollerde görmeye alışık olduğumuz Ben Stiller bu tuhaf, dramatik ama sempatik role tam oturmuş ve mükemmel bir uyum sağlamış. Mitty'le empati kurmamızı sağlayan ve onu bize sevdiren en önemli etken kesinlikle kendisi.



Life dergisinin fotoğraf editörü olan Walter Mitty arzu ettiğinden çok daha pasif, edilgen ve çekingen bir karakterdir. Gün içinde başetmekte zorlandığı durumları olay sırasında çok daha kahramanca ve destansı davranışlarla karşıladığını düşlediği uzun dalgınlıklarla yaşamını sürdürmektedir. Life dergisinin online olmasına karar verilmesiyle çok trajik işten çıkarmalar başlar. Uzaktan hayran olduğu iş arkadaşı Cheryl'in de işinden olmak üzere olduğunu öğrendiğinde elini taşın altına koyma zamanı ve düşlerindeki yiğit karakteri hayata geçirme vakti gelmiştir.




Film Manhattan, Bronx NewYork'da başlayıp, Grönland, İzlanda gibi beyaz perdede çok görmeye alışık olmadığımız harika coğrafyalarda mükemmel bir sinematografiyle devam ediyor. 




Soundtrack çok dokunaklı ve muhteşem, zaman zaman göz yaşartacak cinsten.

Sean Penn delisi değilimdir ama göründüğü nadir sahneleri çok değerli kılmış ve etkileyici bir sürpriz olmuş.




Filmin son dakikası ise duygusal bir zafer. Birçok forumda bahsedildiği gibi film bittiğinde enteresan bir şekilde hemen ayaklanamayıp bir süre perdeye bakakaldığınız, düşündüren, mutlu eden, hislendiren bir etkisi var.


Evde değil, sinemada izlenmeli. Umarim geç kalmamışsınızdır. İyi seyirler...

10 Ocak 2014 Cuma

The Butler (2013)



Yönetmen:  Lee Daniels
Oyuncular: Forest Whitaker, Oprah Winfrey, David Oyelowo, Jane Fonda, Cuba Gooding Jr, Terrence Howard, John Cusack, Vanessa Redgrave, Mariah Carey, Lenny Kravitz, Alan Rickman, James Marsden, Robin Williams
Süre: 132 dk
Yapım yeri: ABD
IMDB puanı: 7/10
Rotten Tomatoes Puanı: Eleştirmenler %73 , İzleyiciler %80



The Butler (2013) filmine 8/10 puan veriyorum. Beyaz Saray'da kahya olarak çalışan (1952-1986) ve sekiz Amerikan Başkanı'na hizmet etmiş olan Cecil Gaines'in (Whitaker) acı-tatlı hayat hikayesini seyrederken, ırksal ayrımcılığın dehşet boyutları, insan hakları hareketinin başlangıcı, Vietnam savaşı ve dolayısıyla Amerikan tarihinin önemli bir kısmına tanık olduğunuz, birbirinden etkileyici performanslar sergileyen yıldızları içeren her anlamda kaliteli bir film...




Forest Whitaker çok dokunaklı bir oyunculuk sergiliyor, geçen yılları harika makyajı sayesinde çok gerçekçi bir biçimde canlandırıyor. Karısı Gloria'yı oynayan Oprah Winfrey'in gerçek bir aktristen aşağı kalır yanı yok. Bütün başarılı siyahi oyuncular bir arada; amca rolündeki Cuba Gooding Jr, oğul David Oyelowo, komşu Terrence Howard, iş arkadaşı Lenny Kravitz...Mariah Carey-Cecil'in annesi-pamuk tarlasında çalışan,  acılı köle rolüne şaşırtıcı biçimde oturmuş...






Bahsettiğim çok renkli casting, film boyunca izlediğimiz Amerikan başkanlarının Eisenhover (Robin Williams), Kennedy (James Marsden), Nixon (John Cusack), Reagan (Alan Rickman) değişimi, Beyaz Saray'ın içinde yakından gördüğümüz siyahi kahyaların hayatı, siyah-beyaz ırk ayrımının kafe-restaurantlara, umumi tuvaletlere, sokaklara yansıma şeklinin dramatik görüntüsü, bu ayrımın siyahi ailelerin evinde yarattığı gerilim gibi çok sık karşımıza çıkmayan ilgi çekici kareleri bize sıkmadan, merakla, bazen gözlerimizi yaşartarak bazen gülümseterek izleten yönetmen Lee Daniels zor bir işi başarmış. 







Her tür sinema seyircisinin keyifle izleyeceğinizden eminim, en kısa zamanda görülmeli. İyi seyirler...

6 Ocak 2014 Pazartesi

The best offer-La migliore offerta-En iyi teklif (2013)



Yönetmen: Giuseppe Tornatore
Senaryo: Giuseppe Tornatore
Oyuncular: Geoffrey Rush, Jim Sturgess, Sylvia Hoeks. Donald Sutherland
Tür: Gizem, Suç, Dram
Süre:  131 dk
IMDB puanı: 7.8/10
Rotten tomatoes puanı: Eleştirmenler %40, İzleyiciler %77

La migliore offerta (2013) filmine 7.9/10 puan veriyorum. Film zaman zaman yavaş ve biraz uzun bunu kabul ediyorum fakat son bir yılda izlediğim filmler içerisinde en çok beğendiklerimin arasına girmesindeki en önemli etken senaryonun içine çeken ve sonuna kadar devam eden gizem...




Konu özetlenecek olursa, Virgil Oldman (Rush) işinde çok usta ve yetenekli olan bir açık arttırmacıdır. Yalnız ve biraz tuhaf bir adamdır. Tablolar dışında hiçbirşeye veya kimseye çıplak elle dokunmayan Virgil'in evinde kimsenin bilmediği gizli bir geçitten girilen özel bir sanat galerisi vardır. Galerisindeki bütün tabloları kadın portreleri oluşturmaktadır. 



Bir gün tarihi bir konağın miras kaldığı genç bir kadın tarafından evindeki eserlere değer biçmek üzere konağa davet edilir. Kadının yüzünü hiçbir zaman görmez ama takıntılı bir biçimde ilgisini çekmektedir. Film bu enteresan havada başlar ve ilginçliğinden hiçbir değer kaybetmeden şaşırtarak devam eder... 




En çok yaratıcılık ve yenilik gerektiren ve çoğu zaman daha önce yapılmışlardan çok da fazla öne geçemeyen senaryo dalı bu filmde "yıldızlı pekiyi"yi hakediyor. Hatta filmin uzun olması bu sayede beni hiç rahatsız etmemekle kalmayıp aksine keyif de verdi. Merakla izlediğim esrarengiz atmosferin bitmemesini istedim.

İkinci "yıldızlı pekiyi" erkek başrol Geoffrey Rush'a gidiyor. Çok tuhaf, çok yalnız ve çok inandırıcı. Başroldeki genç kadın oyuncu Claire'i canlandıran Sylvia Hoeks da rolüne çok yakışmış. Bu ilgi çekici rolündeki başarısından sonra Hollandalı, 1983 doğumlu bu güzel oyuncuyu sanırım beyaz perdede daha sıklıkla görmeye başlayacağız.





Açıkçası ilk kez izlediğim Giuseppe Tornatore'nin tarzına bayıldım, diğer ünlü filmleri Malena (2000) ve The Unknown Woman (2006)'ı mutlaka en kısa zamanda izleyecek ve yorumlarımı paylaşacağım.



1 Ocak 2013'de İtalya'da gösterime giren bu film bildiğim kadarıyla Türkiye'de sinemalarda gösterime girmedi ve girmeyecek ama eğer gizemli, tuhaf ve sonunu tahmin etmesi güç filmleri seviyorsanız, en kısa zamanda bir şekilde bir yerlerden bulup izlemenizi tavsiye ederim. İyi seyirler...






21 Aralık 2013 Cumartesi

Yılbaşında içinizi ısıtacak filmler


Aralık ayı gelince ister istemez insanda bir çam ağacı süsleme, kırmızı pijama-çorap-çamaşır satın alma, kar yağışı bekleme ve yılbaşı planı yapma eğilimleri başlıyor. Bunlar hayatı renklendiren, çok eğlenceli şeyler fakat saydıklarım arasında çoğu zaman son ana kadar belirsiz olan, biraz da strese sokan bir olgu var; o da "yılbaşı planı yapma". 

Bazen sokakta, otelde, barda ya da başka bir ülkeye seyahat ile yeni yıl kutlaması yapmayı seçen bir grup dışında çoğu zaman sevdikleriyle birlikte daha sıcak ve samimi vakit geçirmek isteyenler ulaşım, restaurantların el yakan fiyatları, barların ve sokakların çekilmez kalabalığı gibi etkenlerden çekinerek yılbaşını evde geçirmeye karar verirler. Evde geçirmek istemenin de şöyle bir sıkıntısı vardır; ya arkadaşlarınızı, ailenizi evinize çağırıp, bütün günü ve geceyi, yemek hazırlıklarıyla geçirerek ne olduğunu anlamadan yeni yıla gireceksiniz ya da çekirdek aile, ev arkadaşı veya sevgiliyle daha mütevazi, basit ama eğlenceli bir gece geçireceksiniz. 



Böyle aslında "plansız" bir gecede bence yapılabilecek en güzel şey yeme içme derdiyle fazla uğraşmadan dışarıdan destekle zevkli bir biçimde karın doyururken bir yandan da yeni yıla girdiğinizi hatırlatacak, kah içinizi ısıtıp kah heyecanlandıracak, risksiz kaliteli filmleri sırasıyla dvd oynatıcıya koyup ayaklarınızı uzatıp, yayılmak. Ben de bu aşamada devreye girip izlemekten zevk alacağınızı düşündüğüm bazı filmleri sizlere hatırlatmak amacındayım. İşte karşınızda filmler  ;)...

1-Love Actually

Günümüz Londra’sında Noel’den iki ay önce yaşanan farklı olayları mercek altına alan "Aşk Her Yerde" adlı bu film, aşkın yüceliği üzerine bir yapım. Renkli oyuncular, minik minik öyküler ve kalbinizi eritecek kadar romantik sahnelerle gönüllerde taht kurduğu aşikar...


2-Home Alone


Kevin evin en küçük ve en yaramaz çocuğudur. Ailece tatile gitmek üzereyken annesinin verdiği ceza sonrasında  çatı katında yatmak zorunda kalır. Ertesi gün kalabalık ailesi telaş içinde evden ayrılır. Fakat Kevin’i evde unuturlar. Kevin bu durumdan önce çok memnundur. Evlerine iki hırsızın göz diktiğini farkettikten sonra esas macera başlar... Defalarca bıkmadan seyredebileceğim filmlerden...

3-While You Were Sleeping



Lucy içine kapanık, bekar bir kadındır. Yakışıklı Peter ile her sabah metroda göz göze gelmekte ve platonik aşkı nedeniyle birliktelik hayalleri kurmaktadır. Bir gün Peter raylara düşer. Lucy onu kurtarmak için düşünmeden devreye girer. Peter'ın  komaya girdiği anlaşılır. Hastanedeki refakatçisi Lucy'dir. Peter'ı ziyaret eden ailesi Lucy ile tanışırlar ve Lucy onlara Peter'ın nişanlısı olduğunu söylemek zorunda kalır. Bir gün Peter'ın kardeşi olan Jack çıkageldiğinde işler karışır. Lucy ve Jack birbirlerine delice aşık olmuşlardır. Sandra Bullock ve Bill Pullman mükemmel bir kimya ile çok izlenilesi...Lucy'nin kapısına dayanan Jack sahnesi unutulmaz :)



4-Batman Returns





Michael Keaton, Danny DeVito, Michelle Pfeiffer'lı "Batman" serideki favorimdir. 


5-The Holiday

Hayatlarında tamamen bir farklılık yaratmak amacıyla bir internet sitesi aracılığı ile yaşadıkları evi takas etmeye karar veren iki kadının seyahatleri sırasında tanıştıkları yeni insanlarla aşkı keşfetme hikayeleri. Dört oyuncu da harikaydı. Filmdeki favorim Cameron Diaz ve sevimli kışlık kostümleriydi...



6-Lethal Weapon 



Karısını trafik kazasında kaybettiğinden beri intihar eğilimleri içinde olan çılgın karakterli bir polis olan Martin Riggs (Mel Gibson) ile 50 yaşına girdiği günlerde artık emekliliği düşünürken işi bırakamayıp cinayet soruşturmasında takım olmak zorunda kalan Roger Murtaugh (Danny Glover)'un 80'li yıllara damgasını vuran bol atışmalı tatlı polisiyesi... 

7-Kiss Kiss Bang Bang



Cehennem silahı filmlerinin senaryo yazarı Shane Black’in yönetmenliğini yaptığı bu film, hem kendiyle hem de genel olarak kara film / polisiye türleriyle inceden dalgasını geçiyor. Hızlı, eğlenceli, sürükleyici...



8-Die Hard


Los Angeles'da Nakatomi Plaza'da yeni yıl kutlamasında eğlenen bir grubu rehin alan Alman teröristlere karşı gelerek karısını kurtarmaya çalışan New York polis departmanında polis memuru olan John Mclane'in sevimliliği, azmi ve tatlı esprileriyle yeni yıla girmek ilginç olabilir.


9-The Long Kiss Goodnight



Hafızasını kaybetmiş fakat başına açılan belalar sonucu eski bir ajan olduğunu hatırlayan bir ev hanımını canlandıran tatlı Gina Davis'i noel baba kostümüyle görmek ve hızlı bir film izlemek isterseniz bunu seçin derim...

10-The Nightmare Before Christmas 





Çılgın Tim Burton'dan favori filmim! Animasyonlardan irite olanlara değil ama sevenlere önerim; "The Nightmare Before Christmas" izlemeden yeni yıla girmek eldivensiz kartopu oynamaya benzer benden söylemesi :)

11-When Harry Met Sally




Ezelden beri dost olan ve seksin ilişkilerini bozacağını düşünen Harry ve Sally'i tekrar tekrar izleyebilirim. Sally'nin cafede orgazm taklidi yaptığı sahnenin komikliği ve yeni yılda geri sayım sahnesinin duygusallığı filmin en dikkat çekici kareleri...

12-Someone like you



Bir talk show'da yıldız avcısı olarak çalışan Jane erkek arkadaşı tarafından aldatılması nedeniyle çok öfkelidir. Bütün erkeklerin hilekar olduğuna ilişkin yazdığı bir köşe yazısıyla ünlü olur. Mutsuz, depresif ve kızgın olduğu bu dönemde yakışıklı, serseri iş arkadaşı Eddie ile yakınlaşması hatta ev arkadaşı olması beklenmedik sürprizlerle karşılaşmasına neden olacaktır. Jane'in yalnız katıldığı ve erken terkettiği yılbaşı partisine Eddie'nin koşarak katılması ve Jane'i bulamayarak merdivenlere çöktüğü sahne bütün kadınların içini eritecek türden :)


15 Aralık 2013 Pazar

Bu işte bir yalnızlık var (2013)


Yönetmen: Hakan Kırkavaç (Ketche)
Senaryo: Burak Göral, Tuna Kiremitçi (Kitabın yazarı)
Oyuncular: Engin Altan Düzyatan, Özgü Namal, Emin Gürsoy, Gaye Gürsel, Müge Boz
Tür:  Dram, romantik-komedi
Süre: 122 dk

Bu işte bir yalnızlık var (2013) filmine 7.2/10 puan veriyorum. Tuna Kiremitçi'nin kitabından senaryolaştırılmış hikayesi ve iç karartıcı adı nedeniyle ilk bakışta kulağa çok eğlenceli gelmese de filmin dramdan çok komedi olması beni şaşırttı. 



"Önceleri bir rock grubunda çalan Mehmet (Engin Altan Düzyatan) eşinden boşanmış, müziği bırakmış, işsiz, mutsuz yalnız bir adamdır. Onu hayata bağlayan en önemli şey haftada bir gün görebildiği kızı Ezgi’dir. Senelerdir dostları olan Ayşe (Özgü Namal) ve eşi Orhan'la aynı apartmanda yaşamaktadır. Bir gece Ayşe’yle kocası arasında şiddetli bir kavga çıkar ve eşi evi terk eder. Mehmet durumu öğrenmek için Ayşe’nin kapısını çalar." şeklinde çok da iç açıcı olmayan bir öykü başlangıcı var. Bu kısmı Tuna Kiremitçi yazmış ve ben bu kitabı okumadım, kitap ne kadar başarılı bilmem ama bu hikayeyi beyaz perdeye taşıyan yönetmen Hakan Kırkavaç ve senarist Burak Göral'ı tebrik etmek gerekiyor. Diyalogların sırıtmadığı, hikayenin sıkmadan aktığı, güzel resimlerin izlendiği eğlenceli bir film olmuş. 



Casting başarılı; iki başrol Engin Altan Düzyatan ve Özgü Namal inandırıcı bir ikili olmuşlar, yakın arkadaş rolündeki Emin Gürsoy ve gitar dersi alan öğrenci rolündeki Ümit Erdim filmin duygusal ve espritüel tamamlayıcısı olmuşlar. Atiye filme renk katmış. Kitabını okumayanlar açısından tam nasıl sonlanacağı çok da aşikar olmayan bir olay zinciri var. 




Filmin soundtrack'i başta beni biraz rahatsız etti. Türk filmlerinde İstanbul'un tarihi ara sokaklarıyla İngilizce Rock müziği çok da bağdaştıramayan, biraz özenti bulan bir kulağım var fakat ilk yarım saatten sonra belki de filmin hoş akışıyla kulaklarım da gidişata adapte oldu ve tam tersi müzik seçimleri hoşuma gitmeye başladı.

Filmin zaman akışını gösteren hızlı geçiş sahnelerine bayıldım özellikle Mehmet'in (Engin Altan Düzyatan) arkadaşının evine yerleşip toparlanma süreci yaşadığı günleri hızlı gösteren geçiş sahnesi çok yerinde ve şık bir anlatım olmuş. 

Sonuç olarak konu bayatlamadan, sinemalarda eskiyip seans sayısı azalmadan izlenmesini önerebileceğim güzel Türk filmlerinden olduğunu düşünüyorum. İyi seyirler...