31 Temmuz 2013 Çarşamba

The Great Gatsby-Muhteşem Gatsby (2013)

The Great Gatsby benden 9,5/10 puan aldı. Yirminci yüzyılın en büyük Amerikan yazarlarından kabul edilen F. Scott Fitzgerald'ın 1925 yılında yazdığı ve edebi klasik olarak kabul edilmiş "Great American Novel" olarak atfedilmiş "The Great Gatsby" isimli eserinden uyarlanan, bence çok başarılı bir film. 

Roman; 1920'li yıllarda refah düzeyi çok yüksek olan Long Island'da hayali bir şehir olan West Egg'de yaşayan   genç, yakışıklı ve çok gizemli olan milyoner Jay Gatsby ve onun güzel Daisy Buchanance'a duyduğu hayalperest aşkını konu ediyor. Bir roman olarak en önemli özelliği ise; "American Dream" olarak bildiğimiz ve "çok çalışarak sosyal anlamda yükselme, bolluk ve başarı fırsatına sahip olmak" gibi bir kültürü içeren Amerikan değerler sistemini en şatafatlı haliyle gözler önüne sürmesi.  Hikaye Baz Luhrmann ve Craig Pearce tarafından senaryoya çevrilmiş ve yönetmen Baz Luhrmann tarafından beyaz perdeye aktarılmış. Yönetmeni ve senaristi, Romeo&Juliet (1996), Moulin Rouge (2001), Australia (2008) gibi müzik, görüntü, oyunculuk açısından bir çok yönde başarılı olan filmlerinden tanıyoruz. 1974 yılında ise aynı hikaye, yönetmen Jack Clayton ve senarist Francis Ford Coppola tarafından beyaz perdeye aktarılmıştı. 

Baş kahramanımız Jay Gatsby'i o dönemde canlandıran Robert Redford mu yoksa 2013 yılında bu renkli karakteri hayata geçiren Leonardo Dicaprio mu daha başarılı sorusunun cevabı ise bence yok. Çünkü  Redford ile Dicaprio hem fiziksel hem de oyunculuk tarzı açısından birbirinden çok farklı aktörler ve ikisi de Gatsby'i farklı açılardan birbirlerinden daha iyi canlandırmışlar. Örnek vermek gerekirse, Gatsby'nin karanlık, gizemli ve ulaşılmaz yönü Redford'a daha çok yakışırken; yakışıklı, parlak ve hayalperest yapısı ise Dicaprio'nun görüntüsünden daha güzel yansımış. 

Daisy Buchanance karakterine gelirsek 1974 yapımındaki oyunculuğu ve zerafeti ile Mia Farrow, 2013 yapımında izlediğimiz Carey Mulligan'dan katlarca daha başarılı diyebiliriz. Daisy çok hoşlanmadığım zayıf bir karakter ama yine de Gatsby gibi yakışıklı, zengin, karizmatik bir adamın böyle bir kadına bu kadar aşık olabileceğine inanmamız için zayıflığına rağmen bazı çekici özelliklere de sahip olması gerekiyor diye düşünüyorum. Farrow bunu Mulligan'dan çok daha fazla veriyor.

Daisy'nin kuzeni, Gatsby'nin arkadaşı, hikayenin anlatıcısı Nick Carraway ise Tobey Maguire tarafından o kadar güzel canlandırılmış ki, seyirci olarak rolüyle empati kurmamanız imkansız.

Kısacası hikayesiyle, karakterleriyle, atmosferiyle her anlamda hayran olduğum bir roman ve film. İzlemeyen kalmasın :) İyi seyirler...













30 Temmuz 2013 Salı

The Call-Acil Arama (2013)

The Call benden 7/10 puan aldı. Filmin janrı gerilim>polisiye. Bence Halle Berry'nin güzelliğiyle zenginleştirdiği maskulo-feminen karizması bu tarz heyecanlı gerilim filmlerine çok yakışıyor. Berry bu filmdeki Jordan Turner rolünde 911'de acil aramaları karşılayan soğuk kanlı ve yetenekli polis memurunu canlandırıyor. Normalde birçok ABD filminde 911'i arayan kurban tarafından izlediğimiz filmlerin aksine burada kurbana yardımcı olmaya çalışan, daha önce çok da önemsemediğimiz memurun stresine, heyecanına, yaşadığı anormal durumlara tanık oluyoruz. Gerçekten de çok zor bir iş, öyle zor ki, filmin açılışında tanık olduğumuz aramayı yanıtlayan Jordan Turner (H Berry) evde yalnız başına TV izlerken camdan eve girmeye çalışan bir adamı görüp arka odaya kaçan ve 911'i arayan bir genç kıza yardım etmeye çalışırken aynı anda kaç tane işle uğraşıyor görüyor ve stresine ortak olmaya başlıyoruz. Kızın aradığı yeri tespit etmek, en yakındaki ekiplere ulaşmaya çalışırken, bir yandan da kızın adamdan kurtulması için eve oryante olup tavsiyeler vermek ve bunları iki-üç dakika içinde aniden yapmayı başarmak yürek ister. İşin en kötüsü de telefon kapandıktan sonra memurun, son kurbanın akıbetini bilmeden yeni bir aramayı yanıtlamak zorunda kalması. Yönetmen Brad Anderson daha çok TV dizilerinin yönetmenliği ile tanınmış olsa da daha önce  Christian Bale'in başrolünü oynadığı The Machinist (2004) adlı filmle ve 2008 yapımı Transsiberian  ile adını duyurmuştu. The Call başından sonuna izleyiciyi koltuğa yapıştıran başarılı gerilim filmlerinden. Tabii ki birçok gerilim filminde olduğu gibi "bu da şimdi yapılır mıydı" şeklinde zaman zaman söylenmenize yol açacak mantık hataları barındırsa da; film bittiğinde izlediğinize pişman olacağınız kadar çok değiller neyse ki. Bu arada filmin ikinci başrolü, kaçırılan kız Casey Welson'ı oynayan ve daha önce Little Miss Sunshine (2006), Definitely, Maybe (2008) ve Zombieland (2009) gibi filmlerden tanıdığımız oyuncu Abigail Breslin de öyle inandırıcı bir oyunculuk sergilemiş ki film bittikten sonra psikolojik yardım almış olabileceğinden süphelenebilirsiniz. Bence haftaiçi boş bir akşamınızda patlamış mısırınız ve sevdiklerinizle birlikte ilgiyle izleyebileceğiniz bir gerilim-polisiye. İyi seyirler...







29 Temmuz 2013 Pazartesi

The Place Beyond the Pines-Babadan Oğula (2013)

The Place Beyond The Pines (2013) benden 7,5/10 puan aldı. Filmin ilk yarısı Ryan Gosling'in canlandırdığı meteliksiz, serseri, motorsiklet sürücüsü Luke karakterinin Romina (Eva Mendes) ile tek gecelik ilişkisi sonucu kendinden habersiz dünyaya gelmiş oğluna iyi bir baba olma çabalarını izliyoruz. Ryan Gosling'in her zamanki gibi hem nefret edilmesi-hem de sevilmesi zor olan, uçlarda gezinen karakterleri çok başarılı bir şekilde canlandırdığını biliyoruz. Bu filmde de kendinden bekleneni fazlasıyla vermiş. Film başladıktan yaklaşık bir saat sonra "peki ama Bradley Cooper nerede" diye düşünürken karşımıza polis memuru Avery rolünde çıkan Cooper da çoğu rolünde olduğu gibi "iki arada bir derede kalan kafası karışık  adam rolü"nün (Bkz:Silver Linings Playbook, The Words, Hangover) üstesinden yine başarıyla gelmiş. Filmin janrı kesinlikle dram, aslında gerçekten çok can sıkıcı, moral bozucu hayatlar izlememize rağmen, çok bunaltmıyor, üzmüyor, daha çok merak uyandırıyor. Eva Mendes'e çok bayılmamakla beraber bazı filmlerde çok rahatsız edici dahi bulabilirken bu filmde varlığından olumlu ya da olumsuz fazla etkilenmediğimi söyleyebilirim. Yönetmen daha önce depresif Blue Valentine (2010) filminde yine Ryan Gosling'le birlikte çalışmış olan Derek Cianfrance bu filmde de senaryo yazımında yer almış. Çok enteresan geçişleri olan, odak noktasını sürekli değiştiren dinamik bir dram yaratmış. Bu güzel yaz havalarında dram izlemek çok ilgi çekici gelmeyebilir ama özellikle Gosling ve Cooper hayranlarına tavsiye edilir. Bence pişman olmazsınız. İyi seyirler...





28 Temmuz 2013 Pazar

Before Midnight-Gece Yarısından Önce (2013)

Before Midnight (2013) benden 7,5/10 puan aldı. 1995 yılında Before Sunrise'ı o zamanlar çok güzel filmler yayınlayan Cine 5 kanalında ilk kez izlediğimde şaşkınlıkla karışık bir hayranlıkla ekrana kilitlenmiştim. Fransız Celine (Julie Delpy) ve Amerikalı Jesse (Ethan Hawke) Avrupa'da bir tren yolculuğu sırasında sohbete başlar ve birbirlerinden etkilenirler. Yaklaşık bir saatlik bir sohbet sonrası Viyana istasyonunda trenden inmesi gereken Jesse, Celine'i Viyana'da bir gün geçirmeye ikna eder. Gün doğana kadar sohbet eder ve harika vakit geçirirler. Sabahın ilk ışıklarıyla Celine yetişmesi gereken trene biner ve telefon/adres vs almadan bir sene sonra tekrar buluşmak üzere aniden ayrılırlar. Before Sunrise bu şekilde biter. Bildiğim kadarıyla yönetmen Richard Linklater ve iki başrol oyuncusu o filmi çektiklerinde bir devamı olacağını düşünmemişler. Fakat çok hoş bir projeyle 2004 yılında devam filmi olarak Before Sunset'i çekmeye karar verirler. Aradan geçen dokuz sene içinde biraz yaşlanan Hawke ve Delpy'i filmde de dokuz sene yaşlanmış Celine ve Jesse olarak görünce ve filmin hikayesinin de dokuz sene sonrasından devam ettiğini öğrenince seyirci olarak çok heyecanlanmıştım. Before Sunset filminde Jesse'in bir sene sonraki buluşmaya gittiğini ama Celine'i bulamadığını öğreniriz. Jesse unutamadığı aşkının ilhamıyla bir ihtimal Celine'e ulaşabilmek için dünyaca ünlü bir roman yazmıştır ve Paris'te kitap tanıtımındadır. Celine tanıtımını izlemeye gelmiştir. Buluşurlar. Jesse evlidir ve bir bir çocuk sahibidir, Celine ise bekardır. Gün batana kadar birlikte harika bir vakit geçirirler. Akşam Jesse'in uçağı vardır. Uçağa binip binmediğini öğrenemeden film biter. İşte bundan dokuz sene sonra ise şimdiki üçüncü film Before Midnight ile çiftin akıbetini öğreniyoruz. İlk ikisi kadar romantik olmasa da, çok gerçek ve samimi bir ilişki filmi olmuş. Birlikteliğinden heyecan duyduğum bu tatlı çifti tekrar görmekten büyük zevk aldım. Merak edenlere keyifle önerilir...










27 Temmuz 2013 Cumartesi

Olympus Has Fallen-Kod Adı Olympus (2013)

Olympus Has Fallen (2013) benden 7/10 puan aldı. Gerçekleşmesi neredeyse imkansız olan bir öyküye sahip ve bazı mantık hataları/boşlukları olan bir film olmakla beraber beklentimin çok üstünde eğlendiriciydi. "Tanrı Amerika Birleşik Devletlerini korusun" propagandasına ekstra allerjiniz varsa izlemeseniz daha iyi olabilir. Ama hikayeyi sorgulamaz ve ABD'yi en azından iki saatliğine benimserseniz, yakışıklı, karizmatik, üstün yetenekli ajan Mike Banning (Gerard Butler) ve yakışıklı, cesur, vatansever ABD başkanı Benjamin Asher (Aaron Eckhart) ikilisini, çok başarılı çekilmiş patlama-ateş etme-ölme-öldürme sahneleri içinde büyük bir heyecanla izleyebilirsiniz. Rehin alınan ABD başkanının yerine çok önemli kararlar alırken her zaman olduğu gibi sempati ve güven duygusunu izleyiciye karakterli ses tonuyla başarıyla hissettiren Morgan Freeman'ı izlemek de ayrıca mutluluk veriyor. Yönetmen Antoine Fuqua'yı Training Day (2001) ve King Arthur (2004)'deki başarılı performanslarıyla tanıyıp daha önce çok beğenmiştim. Burada da elindeki-aslında çok da süper olmayan hikayeyi bence olabileceğinin en güzel haliyle beyaz perdeye aktarmış. İleride muhtemelen unutulacak ve daha önce de benzerleri yapılmış bir film olabilir ama başından sonuna temposu düşmeyen bir aksiyon ve görmekten zevk alacağınız başarılı oyuncular izlemek isterseniz tavsiye ederim. İyi seyirler... 




26 Temmuz 2013 Cuma

Man of Steel (2013)

Man of Steel (2013) benden 8,5/10 puan aldı.  ilk kez 1938 yılında o zamanlar lise öğrencisi olan yazar Jerry Siegel ve çizer Joe Schuster tarafından 1933 yılında yaratılarak, Action Comics #1'da yayınlanan ikonik karakter "Superman"in  beyaz perdeye aktarılması ise ilk kez 1978 yılında gerçekleşmişti. O zamandan bu zamana geçen otuz beş senede "Superman"; Christopher Reeve sayesinde ölümsüzleşen karizmasını, 2006 yılında çevrilen "Superman Returns" filminde izlediğimiz başrol Brandon Routh ile kanımca çok fazla arttıramamıştı. Fakat 2013 yılında karşımızda Henry Cavill sayesinde karizmasına karizma katmış bir "Superman" görüyoruz. Bunda Henry Cavill'in fiziksel özellikleri ve oyunculuğu dışında  Man of Steel'deki öykü ve senaryoyu yaratan David S. Goyer ve Christopher Nolan ikilisinin de büyük katkısı var. Bu ikili daha önce Batman:Dark Knight ve Batman Begins'de de birlikte harikalar yaratmışlardı zaten.  Belki de ilk kez bu kadar çok ayrıntılı bir şekilde gelmişini-geçmişini öğrendiğimiz sevgili Superman'imize duyduğumuz yakınlık ve empati bu filmde en üst noktaya çıkıyor. Süper kahramanlar içinde her zaman favorilerimden biri olan Superman bu kez açık ara fark ile en tepeye yerleşiyor. Lois Lane karakterleri içinde de tatlılığı, sempatisi ve güçlü oyunculuğu ile diğerlerinden farkını belli eden Amy Adams'ın da hakkını yememek lazım. Bence izlenmeli...





Stoker-Lanetli Kan (2013)

Stoker benden 9/10 puan aldı. İlk sahnesinden başlayan şiirsel anlatım ve artan merak duygusu beni filme bağlayan en önemli etkenlerden oldu. Başroldeki Mia Wasikowska'yı daha önce 2011 yapımı Jane Eyre'deki etkileyici performansıyla çok beğenmiştim, 2012 yapımı Lawless'da görünce sevinmiştim, bu filmdeki rolüne o kadar çok yakışmış ki bu rolde ondan başka bir oyuncu düşünemiyorum. Yönetmen Chan Wook-Park'ı ilk Old Boy (2003)' filmiyle tanımıştım. Çok enteresan, sanatsal ama bir o kadar da rahatsız edici bir filmdi. Stoker yine çok enteresan, sanatsal ama rahatsız edicilik boyutu o kadar ön planda değil. Sahnelerdeki vurgulamalar, kameranın odaklandığı ayrıntılar, müzikler, casting harikulade. Nicole Kidman ve Matthew Goode da rolleriyle bütünleşmede Wasikowska'dan aşağı kalmıyorlar. Filmin ait olduğu janrları en yakından uzağa doğru sıralarsak; gerilim>gizem>dram şeklinde olduğu söylenebilir. Birbirine benzer çok fazla filmin üst üste geldiği bir dönemde Stoker gibi çok ilginç bir hikayeyi yazan, aslında oyunculuğu ile tanınan, Prison Break dizisinin başrolü Wenworth Miller'a binlerce teşekkür. Bu ilk senaristliğiymiş, dileğim buna devam etmesi. Farklı ama kaliteli filmlerden hoşlanan, sinema meraklısı herkese gözüm kapalı tavsiye ederim. İyi seyirler...