14 Eylül 2013 Cumartesi
12 Eylül 2013 Perşembe
Trance-Trans (2013)
Trance (2013) filmine 8/10 puan veriyorum. Yönetmeni Danny Boyle, başrol oyuncuları James McAvoy ve Vincent Cassel olan bu sıradışı filmi kesinlikle kaçırmayın derim. Daha önce Trainspotting (1996), The Beach (2000), 28 Days Later (2002), Slumdog Millionaire (2008) gibi zihinlere kazınan filmlerin yönetmenliğini yaparak hayranlığımı kazanan Danny Boyle bu filmde de sebep-sonuç ilişkilerinde mantık hatası yapmadan, gerçekle hayal arasındaki geçişleri kafa karıştırmadan görsele dökerek, oyuncuların en ufak yüz ifadelerini bile anlamlandırarak uzun süre akıllarda kalacak, seyredenleri üzmeyecek bir film ortaya çıkarmış.
Bu filmi gizemli bir suç filmi olarak nitelendirebiliriz. Konuyu fazla açık vermeden özetleyecek olursak; başrolümüzdeki Simon (James McAvoy) çok değerli tabloların satıldığı bir galeride açık arttırmacı olarak çalışmaktadır. Rembrandt'ın çok ünlü bir tablosu 21 milyon dolara satılmak üzereyken planlanmış olan büyük bir soygunda başına gelen bir darbe sonucu komaya girer. Kendine gelip taburcu edildiğinde evinin didik didik aranmış olduğunu farkeder. Çok süre geçmeden soyguncular kapısını çalacaktır. Ciddi bir hafıza kaybı sebebiyle neden bu duruma düştüğünü anlayamayan Simon resmin ne galeride ne de soyguncuların elinde olmadığını ve bu durumdan sorumlu tutulan kişinin de kendisi olduğunu öğrenince çok şaşırır. Soyguncuların zorlamasıyla bir hipnoterapiste götürülerek soygun sırasında resmi nereye kaçırdığını ve neden bunu yaptığını öğrenmek üzere hipnotize edilir...
Emin olun bu özette filmin ilk on dakikası dışında hiç açık vermedim ve esas film bundan sonra başlıyor. Bu film bir nevi "suçlu kim?" filmi ve kesinlikle gidişatı ve sonu kestirmek mümkün değil. İki erkek başrolün yanı sıra hipnoterapist Elizabeth rolündeki Rosario Dawson'ın da harika bir seçim olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Filmin diğer başrolünde de "hipnoz" olduğunu söylemek mümkün. Hipnoza ilgisi olan biri olarak söylemeliyim ki film hipnoz konusunu gerçeğe oldukça yakın bir biçimde ele almış ve bu şekilde çok ilgi çekici olmuş.
Bence ben daha fazla ayrıntı vermeden siz bu filmi bir yerlerden bulun ve izleyin! İyi seyirler :))
6 Eylül 2013 Cuma
The Iceman-Katil (2012)
The Iceman-Katil (2012)'e benden 7/10 puan.
Bu film 1935-2006 yılları arasında yaşamış olan, beş farklı mafya ailesi için para karşılığı adam öldüren, yüzden fazla kişiyi katletmiş olabileceği tahmin edilen Richard Leonard Kuklinski'nin gerçek yaşam öyküsünü anlatan ilginç bir film.
Mutlu bir aile hayatı olan Kuklinski 1986 yılında tutuklandığında ne eşinin ne de iki kızının işlediği suçlarla ilgili en ufak bir ipucuna sahip olmaması izlemeye değer ve ilgi çekici bir karakterle karşı karşıya olduğumuzu düşündürüyor.
Daha önce Tigerland (2000), Pearl Harbor (2001), Vanilla Sky (2001), 8 Mile (2002), Mud (2012), Man of Steel (2013) gibi ünlü yapımlarda daha çok yan rollerde izlediğimiz Michael Shannon'ın başrolünü olması gerektiği gibi canlandırdığını düşünüyorum. Beni esas mutlu eden ise uzun zamandır (2000 yılından beri) başarılı performansına özlem çektiğim Winona Ryder'ı izlemek oldu. Saf, kaliteli ve sevgi dolu eşi çok inandırıcı bir biçimde canlandırmış. Umarım Ryder'ı başka başarılı yapımlarda da görmeye devam ederiz. Beetle Juice (1988), Edward Scissorhands (1990), The age of Innocence (1993), Reality Bites (1994), How to make an American Quilt (1995), The Crucible (1996), Girl, Interrupted (1999) gibi muhteşem klasiklerdeki güzel yüzü, zarif vücudu ve empatik oyunculuğuyla 90'lı yıllara damgasını vuran Ryder o kadar film ve geçen yıllardan sonra şu anda hala sadece 42 yaşında ve önünde sinemaya verebileceği daha çok yıllar var gibi görünüyor. Güzelliğinden de hiçbirşey kaybetmediğini de söylemeden geçmemeliyim...
Sonuçta soğuk katil Kuklinski'nin biyografisini merak edenler çekilmiş birçok belgesel ve yazılmış kitaptan gerçeklere daha ayrıntılı ve daha doğru olarak ulaşabilirler. Fakat senaryolaştırılırken gerçek hayat hikayesinden bazı yönleriyle uzaklaşıldığı söylenen bu filmin özellikle mafya filmi severleri mutlu edeceğini düşünüyorum.
Bu kadar fazla sayıda ağır suç işlemiş olan Kuklinski'nin aile bütünlüğü ve huzuruna verdiği değer iyiliğin nerede bitip kötülüğün nasıl başladığını sorgulamamıza neden oluyor.
Aile ve evdeki huzurla ilgili söylenmiş bazı güzel sözler;
Aile ve evdeki huzurla ilgili söylenmiş bazı güzel sözler;
“The homemaker has the ultimate career. All other careers exist for one purpose only - and that is to support the ultimate career. ”
― C.S. Lewis
“Parents were the only ones obligated to love you; from the rest of the world you had to earn it.”
― Ann Brashares
"What can you do to promote world peace? Go home and love your family. "
― Mother Teresa
Çok fazla uzun film deneyimi olmayan Ariel Vromen tarafından başarıyla yönetilen bu film akılda kalan güzel oyuncuklar ve karanlık ama merak uyandıran hikaye ile izlenmeye değer. İyi seyirler...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)